Bir Nefeste Roma

Her karış toprağına tarih karışmış, her köşesinde sanat olan adeta bir zamanda yolculuk şehri olan Roma ruhuma iyi geliyor. İşte bu yüzden son 3 yıldır Haziran ayında bu şehirde sanatın ayrı ayrı kollarında kendimi dinlemeyi seviyorum. Gide gele yerel halkıyla da dost olduk. Sohbet muhabbet hem az italyanca söker oldum. Güzel restauranları, sıcak cafeleri, harika galerileri, sıradışı sanatçıları, İspanyol merdivenleri, aşk çeşmesi ritüellerimle bu şehir VAZGEÇİLMEZLERİM’den ilk sıralara yerleşmek üzere!…

Ayrıca her geldiğimde herkesi yerli yerinde bulmak bana güven veriyor. Yeni nesilin bir işten diğerine geçtiği, hızlı tüketim anlayışından burada eser yok. Demek herkes olduğu halinden memnun. İşletmeler el değiştirmiyor. Şubeleri açılmıyor. Kim ne yapıyorsa memnuniyetle yapıyor ve babadan oğula geçiyor butikler, galeriler, antika dükkanları, restoranlar, kafeler.. Bir yarışı yok kimsenin ya da bir koşturması… Burada insanlar mutlu enerjileriyle mutlu ediyorlar insanları…Hepsi güleryüzlü, yaşama bağlı, konuşmaya, öğretmeye, anlamaya, anlatmaya hevesli.

Bu şehrin kalbinde  her köşe başında öyle oteller var ki kendinizi müze gezer gibi hissediyorsunuz. Sizi karşılayan heykelleri, çeşmeleri, havuzları, otellerinin sanat kokan eserleri var. Bunların arasından beni en çok etkileyen içerisinde adeta bir modern sanat galerisi yaratan The Art Hotel oldu!… Modern tasarlanmış ferforje kapısıyla,  bembeyaz taş duvarı boydanboya yırtıp taşan, sıradışı aydınlatmasıyla sizi karşılayan otel, içeriye girene kadar modern heykelleriyle de ziyaretçisini bir hayli şaşırtmaya devam ediyor. Yetmiyor! İçeriye girdiğinizde iki uzay aracı gibi tasarlanmış yuvarlak formlu lobiyle karşılaşıyorsunuz. Bu otelin her durağında inceleyeceğiniz sanat eserleri olduğunu anladığınızda ise keşfetmeye koyuluyorsunuz. Sağa, sola, aşağıya nereye bakarsanız bakın hiç bir detayı kaçırmak istemiyorsunuz. Orta avlusunda bir şekerin en güzel renklerini temsil eden, çekici koltuklarında kahve içmeden durabilmek zor doğrusu…Bu otel dekorasyonuyla kendine has, tabloları,instalasyonları ve mimarisiyle de muhakkak ziyaret edilmesi gerekenler arasında listenin başında bana göre…

Sanat galerilerini gezerken genel olarak beni en çok etkileyen çok profesyonel ama aynı zamanda da amatör ruhuyla yönetiliyor olmaları oldu. Bunların arasında ilk sırada ise Galeri Russo var… Neden mi?..İlk olarak kapısının önüne geldiğimde Galeri Russo Roma-İstanbul yazısı beni çağırdı….İçeriye girdiğimde sanatçıların eserlerinin her birine hayran kaldım. Yaklaşımları çok sıcaktı, anlattıkları ise çok etkileyici…. Galeri Russo nesilden nesile geçen tam bir başarı hikayesi…Galeri ilk olarak 1898 yılında Roma’da , dört kuşaktır sanata kendilerini adayan aileyi temsilen şu an ki sahibi ve direktörü olan Fabrizio Russon’nun büyük büyük babası  Pasquale Addeo tarafından kurulmuş. Kısa sürede İtalyan Modern sanat galerileri içerisinde en prestijli galeriler içinde yer almayı başarmış.  Russo ailesi ciddi çalışmaları sayesinde, 1984 yılında galeri sahibi Fabrizio Russo tarafından Roma’nın merkezine İspanyol merdivenlerine çok yakın bir konuma taşınmış. Modern ve çağdaş İtalyan sanat eserlerini sergileyen galeri 20. yy sanatçılarıyla kurmuş olduğu ayrıcalıklı ilişkileriyle ve istikrarlı çizgisiyle bütün İtalyan sanat piyasasına güzel bir örnek olmuş.
2014 Yılının Kasım ayında  ise Türk toplumunun sanata olan büyük hassasiyetinden ilham alan Fabrizio Russo , Russo Art Gallery İstanbul’u açmaya karar verimiş. İstanbul’da ilk İtalyan galeri olarak açılan, Roma’nın tarihi galerisi Galleria Russo, Doğu ve Batı arasındaki karşılaşmanın bir sembolü olarak görülüyor. Canlı ve kozmopolit dokuya sahip Beyoğlu’nda bulunan, farklı kültürlerin buluşma noktası ve gelecekte önemli bir kültür ve sanat merkezi olmayı hedefleyen galeri, İtalya’nın en saygıdeğer yaşayan sanatçılarının eserlerini de son 3 yıldır katıldığı İstanbul Modern Sanat fuarıyla sanat severler ile buluşturuyor.
Aynı akşam yemeğimizi tarihi bir mahzen olan Il Baccio adlı restoranda yedik. Son derece lezzetli ve duvarları ünlü artistlerin kolaj tablolarıyla bezenmiş restoranda kendimi adeta ortaçağda hissettim. Restoran sahibinden profesyonel garsonlarına kadar olağanüstü bir ekiple sohbet etme ve duvarlarındaki muhteşem tabloları sorma fırsatı buldum. Tabloları restoran sahibinin kardeşinin yaptığına mı yoksa sanatçının şu ana kadar 3 tane İstanbul’da sergi açtığına mı daha fazla şaşırdım ben de karar veremiyorum ama çok net gördüm ki İstanbul sanatta çok yol katetmiş… Sektöre çok güçlü girmiş ve söz sahibi olmaya hak kazanmış! Gurur duydum!..
Sıcak, pratik, kolay, her daim gezilesi bir açık hava müzesi olan Roma bir antik şehir. Havalar çok ısınmadan bir kaçamak yapmak içinse iyi fikir! Yaklaşımıyla insanları yabancı değil, bu şehre gidip de etkilenmedim demek mümkün değil!…