Doğu Karadeniz Yaylaları

En sevdiğim mevsim başladı!… Sonbahar!…Her şehin ayrı bir güzelliği var bu aylarda!  Çeşme masum, İstanbul gizemli , Paris hüzünlü, New York enerjik…

Peki ya Karadeniz?

Bu mevsimde siz hiç Karadenize gittiniz mi? Ağaçların rengini, oradaki toprağın kokusunu içinize çektiniz mi? Yaylarına çıkıp, tepelerinden göllerine bakıp sonra sularında yıkandınız mı?

İşte ben bu ayın ilk haftalarında yapılacak listemin başlarında yer alan ama bir türlü gidemediğim Karadeniz’in üzerine çizik atmaya karar vermişken yanına yıldızlar atarak geri döndüm. O topraklar öyle derinden sardı öyle sıkı sarmaladı ki kalbimi…daha ayrılmadan dev ağaçların büyüsü, mis kokan toprağın kokusu ve gerçek insanlarıyla belki bin defa geri çağırdı beni…

Karadeniz’i Karadenizli gibi yaşatan, sahipleri ve tur rehberlerinin de Karadenizli olduğu  Bukla tur, yolculuğumuza anlam kattı… Nasıl mı?… Seçtikleri dağ ve köy evleri, yol boyunca dinlediğimiz Karadeniz türküleri, fıkraları ve yediğimiz yöresel yemekleriyle bize Karadeniz’i, neredeyse Karadenizliymişizcesine yaşatarak seyahatimizi unutulmaz kıldılar. İlk rotamız Trabzon’da Atatürk köşküydü… Kapıdan girdiğimizde bir cennet bahçesi karşıladı bizi…İçerideki evde Atatürk, Türk halkına son sözlerini söylemiş, vasiyetini yazmış. Evin her odası halen aynı şekilde muhafaza edilmiş. Arkasındaki ortanca bahçesinde otururken dev ağaçların altında kendimin ne kadar küçük olduğunu, doğanın bilgeliği içinde bir nokta olduğumu iliklerime kadar hissettim. İlk silkinmem Karadeniz’de işte bu bahçede başladı…

Ertesi gün Trabzondan yola çıkıp Rize, Çamlıhemşin Fırtına Vadisinde… şarıl şarıl akan bir dere, rafting yapmaya çalışan gençler, yeni birbirimizi tanımaya başladığımız tur üyeleri ve rehberimiz Mustafa… Herkes bir tedirgin sanki bu gezinin nasıl olacağına dair şüpheli!…Çamlıhemşin çok yeşil, çok sıcak. İçinden geçerken bile varacağın yere dair ipucu toplayabileceğin bir yerleşke ve ilk konakladığımız, 4 günümüzü geçirdiğimiz Ayder Yaylasına varmadan uğradığımız Tar şelalesi…. ilk yürüyüşümüzün başladığı nokta. Ertesi günlerde yaylalara çıkmak için bir tur ısınma yürüyüşüydü bizim için…Orada bir kaçımız şelalenin altında ıslandı…sonra hava kararmaya başlamış olsa da Ayder’e vardığımızda sizi büyüleyen bir doğa vardı gözlerden kaçmayan! Oberj otel, konakladığımız yer!…Heidi’nin dağdaki evini andıran bu ahşap otel bana bir masal evini andırdı. Girergirmez ayakkabılarımızı çıkardık büyük bir özenle ses çıkarmadan odalarımıza dağıldık. Bir nevi okul gezisi gibi otele varana kadar sıklıkla tur rehberimiz tarafından uyarıldık. Adeta biz öğrenciyiz otel sahipleri gürültü yapmayı yasaklamış!…Garipsediğim ve nerdeyse itiraz etmek isteyeceğim bu durum beni o güzel insanların varlığıyla yumuşattı daha sonraları…Ayder’in ortasında bir çay evi… bütün grup oraya gittik. Kestane balı ile sunduğu lezziz çayları bütün Karadeniz’de içtiğim çayların çok ötesinde bir lezzetti…Döndüğümüzde evin salonunda yemek yer gibi Ayder’in en deneyimli ustası sofralarımıza her akşam farklı yöresel lezzetler kattı… Sonrasında Karadeniz türküleriyle mest olduk, horon vurduk,gece geç saate kadar ilk kez gördüğüm ama belki hayatımın sonuna kadar yaşamımda var olacak yeni hayatlara tanışoldum.  Sanki orada herkes çıplak gibiydi! Kimse  birbirinin aynı değil! Kendiydi!…

Sabah oldu mu yöresel kahvaltının lezzetiyle güne başlamak, gündüzleri köyleri ve yaylaları arşınlayıp mis gibi oksijenle sarhoş olmak… Tek derdimizin bu yaylayı nasıl çıkacağız, şimdi hangi taşa bassak kaymayız olduğu ve sonra sanki hiç yorulmamış gibi tatlı sohbetlere daldığımız, bol bol güldüğümüz uzun geceler…

Kavrun yaylasına ilk gün çıkarken her ne kadar şikayet etsemde… devamındaki günlerde Elevit yaylası, Çat köyü, Mezovit gölleri penceremin buğusununu sildi farklı kapılar açtı yüreğimde…Gerçekte dışında kaldığım bir yaşamın içine çekmek ister gibi doğa kocaman kucakladı beni , bütün dallarını uzattı kalbime doğru…

Daha sonraki konakladığımız şehir Artvin, Machael’de Sevda ablanın eviydi…Konuk olduğumuz bu ev bildiğiniz köy evi…mis gibi yemekler yapmış Sevda ablamız karşıladı ev ahalisi kapıda bizi. Bir masanın etrafına testi gibi dizilip akşam yemeğimizi yiyip ertesi günün bize bahşettiği güzellikleri görmek için yumduk gözlerimizi… Sabah horozun üüüüüüü sesiyle uyanmak, odamın kapısında bekleyen bekçi köpek Paşa, mis kokulu tereyağı, bahçeden topladığı meyvelerle yaptığı reçeli,muhlaması derken mükellef kahvaltı sonrasında elleriyle açtığı börekler, yaptığımız doğa yürüyüşleri, kara göl, mençune şelaleleri, zil kalesi her biri hayatımda iz bırakan anılardı…O doğanın içinde varolmak ve bir olmak beni kalbimde hiç tanımadığım yerlere götürdü…Dağları, yaylaları, köy yollarını arşınlarken sanki kendi bahçemdeki dikenleri toplattı ve içimde varolan o mis kokan güllerin kokusunu içime çekmemi sağladı.Ve Macahel de yürürken çok sevdiğim Halil Cibran’ın sözlerini aklıma düşürdü…

“Aşk sizi çağırdığı zaman, onu izleyin,

Yolları zorlu ve dik olsa da.

Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun!

Tüyleri arasına gizlenmiş kılıç sizi yaralayacak olsa da…

Aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın!

Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgarı gibi darmadağın etse de düşlerinizi sesiyle…

Çünkü aşk hem taç olur başınıza, hem çarmıha gerer sizi. Hem besler büyütür, hem de budar sizi.

Yücelerinize tırmanıp okşar sever güneşte titreyen en körpe dallarınızı…

İnip sonra aşağı sarsar toprağa tutunmuş köklerinizi…

Mısır demetleri gibi derer aşk sizi.

Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır. Kabuklarınızı elemek için kalbur eder. Yumuşayana kadar yoğurur sizi….”

Bu coğrafyada yaşamak zor olsa gerek! Kadınları cabbar, becerikli… Ama doğanın sunduğu güzellikleri, bizim tanımadığımız samimiyeti ve içtenliği hediye etmiş onlara!

Eğer bir yere gittiyseniz ve döndüğünüzde siz artık aynı siz değilseniz! O yer sizde iz bırakmış, değişim başlamış demektir!

Değişim güzeldir! İnsanı büyütür, öğretir! Öğrenmek sonsuz,bilmek imkansız, görmek sevdalı, sevmek zamansızdır bana göre…

Bendeki değişim; biri Karadenizden dönerken dünyanın en önemli meselesini söylese boşver evren halleder deyişim olurdu herhalde.

Karadeniz’in sınır tanımayan doğasının sizi yeşillerinde yoğurmasına, günlük meselelerinizi derelerinde yıkamasına, sizdeki değişimi başlatmasına siz de tanık olmak için ona doğru bir adım atın olur mu?…